Geçmiş Dönem İLD Başkanı ve Allegro Turizm Yönetim Kurulu Başkanı
Sevgili İtalyan Liseliler,
Okulu nasıl anlatabilirim günlerdir düşünüyorum. Nerden başlamalı yazmaya nasıl bir üslup kullanılmalı didaktik mi yoksa bir sohbet yazısı mı derken zannederim dört ayı doldurmuşum.
Ama; yok, artık bugün bu yazı yazılmalı! daha fazla sizleri bekletmek olmaz.
1970 senesinde İtalyan Lisesi'ne girdim. Neden? O yıllarda ayrı ayrı özel okul imtihanları vardı. Ben birkaç Fransız okulunun imtihanlarından da davet almıştım ama sınav sırasında okulda solukladığım hava, benim İtalyan Lisesi'ni seçmeme sebep olmuştur.
Giriş sınavımda Fahriye hanım gözlemci öğretmendi. Okul Müdürü Bahri bey sınıfa girip çıktı, her şey çok düzenliydi. Net uyarı ve mesajlar verilmişti. Her şey talebenin soruları cevaplarken “düzen yanlışı’’ yapmaması üzerine kuruluydu. Bu bana güven vermişti. Bilirsiniz Fahriye hanım nasıl tane tane net konuşurdu. Yüksek tavanlar, tahta sıralar, banklar, beni sınav sonrası almaya gelen annemin Volkswagen arabasının üzerine pisleyen kuş, her şey o gün pozitifti ve benim geleceğim şekilleniyordu.
Ailem İtalyan Lisesi’ni istememe ses çıkarmamıştır. Annemin ressam sanatçı kişiliği bana destek olmuştur.
1978 yılına kadar ikmale hiç kalmadım. Notlarım 4- veya 4+ ile en fazla 6+ arasında gitti geldi. Herkes sorardı bu + ne demek - ne demek diye. Bizim eğitim sistemimizde olmayan bir not sistemi. Sanırım konuları kavrayıp kavrayamamakla ilgili bir şeydi. Bakın hala bilmiyorum tam olarak. İlyada’yı Orta 1’de okumak çok ağır gelmişti. Il Pianto di Achille alla Madre'yi Achille'nin annesine ağaç altında bir şeyler konuşmuşlar diye sözlüde anlattığımı ve 2 aldığımı hatırlıyorum. Il verbo “piangere”yi biliyorduk ama ne passato prossimo'sunu biliyorduk ne de remoto'sunu ama “pianta”yı biliyorduk. “Pianta’’ evet “pianto” değildi ama “pianto” da ona benzer bir şey olmalıydı o yıllar.
Lise yıllarında Dante’nin İlahi Komedyası geldi karşımıza. İdealist bir öğretmen Signora Guadalupi sörlerden gelen kızlarla neşelenen cennete dönen sınıflarımızda bize cehennem kitabını okutmadı, adeta yaşattı. Öyle ki sanki Cehennem renkli bir dünya, herkesin gittiği ve gideceği bir mekan, şimdiden bilin şu var, şu var, hatta yanınıza şunu da alın gidin der gibi. Yalan söylemeyin cehennemde domuz olacaksınız, fazla tüketmeyin dişi kurtlara benzeyeceksiniz, yurt dışında bir yer zapt ederseniz Fatih Sultan Mehmet gibi yapın o yerleri elinizde tutmak için lokal destek almalısınız ve onlardan bir prensi oraya lider bırakın cümlelerini bakın kaç sene sonra hala hatırlıyorum.
Matematik derslerinde cebir ''algebra dersi'' zor anlamıştık ama sabırla bize öğretenler vardı. Signora De Simone 40 - 50 defa anlayıncaya kadar tekrar ederdi. Felsefe dersi okulun en kritik derslerinden biriydi. Eflatun, Sokrat, Engels, Marks ve daha modernlerini okuduğumuzu hatırlıyorum. Diğer okullarda birbirlerini bu ideolojiler için yaralayanlar vardı. Bizler bunları sınıfta tartıştık artı ve eksileriyle. Öğrenmek, eğitimle ama öğretmek tevazusu ile oldu hep. Karşımızda ''doğru tekdir o da budur '' diye dayatmadılar. Aksine hayatın bir güzellikler manzumesi olduğu anlatıldı hep. Politika, edebiyat, sanat, ekonomi ve müzik. Elisabetta di Stefano konservatuarda en büyük tenorlara, sopranolara ders verir sonra bize gelip plak dinletirdi. En önemlisi bizleri Lise yıllarında opera, bale, tiyatro, konser ve resitallerine götürdü. Bir yılda 6 gösteri için Şan Tiyatrosu’na sınıfça gittiğimizi bilirim.
İtalyanları sevdim, İtalyancayı çok sevdim. İtalyanların hoşgörülü muzip kişilikleri ve bu çerçeveye sıkıştırılmış taviz vermeyen bir iş disiplinleri var. Tarihlerine sıkı sıkıya bağlılar. Sanattan ve müzikten hepsi zevk alıyorlar. Mimaride, çizimde, resimde görüş ve sunuş, estetik bariz üstünlükleri var. Sınıfta İtalyan arkadaşlarımın çizimlerine imrenirdim. Allah vergisi der geçerdim ama bir kişi de kötü çizmez mi. Yok hayır en kötüleri bizim iyimiz kadar çizerdi. Bu istidat onlara doğuştan bağışlanmış..
İtalyanların özgürlük ve demokrasi değerleri, eşitlik ve insan hakları üzerine hepsi çok duyarlıydı. 1971 yılı henüz hazırlık sınıfındayken Signora Turcato durdu ve dedi ki bugün Avrupa Birliği imzası atılıyor. Biliyor musunuz Türkiye de bu imzayı atıyor. ''Kardeş oluyoruz” dedi. Hepimiz gülüştük. (Birliğin ilk kuruluş safhasında Türkiye de vardır ama ne olduysa sonradan Türkiye bir çekinceye girmiştir)
Ve Okul Sonrası...
İTÜ İşletme Mühendisliği fakültesini kazandım. Yukarda anlatılan o renkli yaşamdan sonra matematik ve iktisat denizinin içine düştüm. Üniversite ki dört senede bitmeliydi ben yedi senede bitirebildim. Okurken turist rehberliği yaptım. Hem para kazandım hem okudum ama zor oldu. Okulu bitirmeme yardımcı olan kız arkadaşıma teşekkür borçluyum. Bu yüzden gençlere tavsiyem arkadaşlarını iyi seçmeleri '”okumalısın ve bitmeli''. Sonra evleniriz, bitirmeden asla diyen kızlar hep olmalı. Eğitim, iş, kariyer basamaklarında hep onlar arkanızda olmalı. Ben bu konuda hep destek gördüm. Evlendikten sonra bu sefer eşim Canan bana daima pozitif katkı vermiştir.
Pozitif katkıyı da almayı bilmek lazım ama sevginizi saygınızı hiçbir zaman eksik etmeyeceksiniz eşinizden. 1985 senesinde evlendim. Rehberliği bıraktım. İtalyan Liseli rehber iki arkadaşımla birlikte (Rebii Metin Görgec ve Birol Abak) önce İstanbul Vilayeti’nin karşısında ufak bir oda ofiste “36 istanbul slaytları ve dört yabancı dilde anlatımlı müzik kaseti'' ürettik. Sonra İtalyan İmco çelik tencerelerinin Türkiye mümessilliğini aldık ve ev ev dolaşıp tencere sattık yemekler yaptık. Sonra uzun yıllar deri kabanlar ürettik defileler yaptık. Modeller, seri bedenler çıkardık ve bir ara en büyük deri ihracatçıları arasına girdik. Ruhumuzdaki araştırmacı kişilik durmadı, İtalyadan kimyagerler getirtip yerli deri üzerinde İtalyan kimyasalları ile İtalyan deri kalitesine ulaşmaya çalıştık. Kazlıçeşme çamurunda ayağımıza çizmeler giyip atlı arabalar arasından paramızı kazanmaya çalıştık. Her iki ortağımla üçümüzün bu dönemde nasıl canla başla çalıştığımıza yakın çevremiz okul arkadaşlarımız şahittir. Dünyada 87 sonrası patlayan Çin furyası Türk derisinin rekabetine imkan tanımadığından turizme döndük ve seyahat acenteliği ve tur operatörlüğüne yelken açtık. Allegro Turizm bu dönemde kuruldu ve on sene içinde çok saygın bir kuruluş oldu. Önce tabi ki İtalya ile sonra sırasıyla Almanya, Hollanda, Belçika ve İngiltere’de ortaklıklar kurarak hep Allegrotour adıyla şirketler üzerinden yüzbinlerle ifade edebileceğim belki de milyon turist ülkemize getirilmiştir. Bu dönemde daima okuldaşlarımızı kadromuza kattık onlarla büyüdük. Ali Onaran turizme Allegro'da başlamış ve yıllarca yurt dışı turlarımızı organize etmiştir. Iata bilet müdiremiz Gül Mavitan Kolçak'tır. Rehber kadromuz tamamen İtalyan Liselilerden oluşmuştur.
Şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Türkiye’de iş yaparken bölge jeopolitiğinin daima değişken olduğunu ön görmek durumundasınız. Öyle ki iyi giden işleriniz birden bir deprem, bir darbe, bir toplumsal facia ile aniden etkilenebilir. Böylesi olaylar hele ki turizm yapan bir firma olarak tam 19 toplumsal olayı peşi sıra sayabilirim son 40 sene içerisinde. Herbiri işlerinizin durmasına sebep olmuştur. Bu yüzden ben bu olaylara “aşılıyım” diye espri yaparken aşısının olmadığı bambaşka bir olayla pandemiyle karşı karşıyayız şimdi.
Hobileriniz daima sizin yanınızda olmalı yoksa bu hayat çekilmez oluyor. Müzik bu yüzden hiç beni bırakmadı. Kendimi şiir yazarken bilmezdim, şarkılarımın sözlerini yazıyorum. Orkestram var, konserler veriyorum, video klipler çekiyorum, gençlerle tecrübelerimi paylaşıyorum, onlardan çok şey öğreniyorum ve müzikle söylemek istediklerimi kırgınlıklarımı kaybettiklerimi kazandıklarımı tekrar yaşıyorum.
Unutmayın bu lafı “İtalyan Liseli olmak farklılıktır''.
Toplam 10 sene İLD yönetim kurullarında başkanlık dahil değişik görevlerde bulundum. Her zaman her fırsatta İtalyan Liseli olduğumu İTÜ’lü olduğumdan önce söylerim ve bununla gurur duyarım.
コメント